Her şeyde bir hayır vardır” diyenler çoktur. “Olan şey hayırlıdır” diyenler de… Öğretmenlik yıllarımda yaşadığım bir olay, bu gerçeği çok iyi gösterecek türden… Sakarya Üniversitesi, Sapanca Gölü’ne bakan şimdiki kampüsüne taşınmadan önce, şehir merkezinden iki kilometre uzakta, “Ozanlar” adıyla bilinen bölgedeydi. Perşembe günlerinde, okul yolu üzerinde çok büyük bir pazar kuruluyordu. Diğer günler trafiğe açık olan yol, o gün kapandığı için okula arka yollardan bağlantı sağlanırdı. Fakat öğrenciler imkânsızlık yüzünden, bazı hocalar da spor niyeti ile okula yürüyerek giderlerdi. Bu durumda Pazar boydan boya geçilir, ama bu durumdan şikâyet edilmezdi. Meyvelerin güzelliği ve pazarın canlılığı, o sıkıcı yolu eğlenceli hale getirir, her zaman uzun gelen yol, bu yüzden de iyice kısalırdı. Mayıs ayındaydık, unutmuyorum. Bir gün dersten çıkınca, eve dönmek için pazara girdim. Satıcılar yine bas bas bağırıyordu. Bilirsiniz, her zaman duyduğunuz sesler… Tezgâhların arasından zorlukla ilerlerken, biri bana laf attı: Hocam! Domates vereyim. İster misiniz?” Satıcıya baktığımda onu hemen tanıdım, öğrencimdi. “Ne işin var burada? diye sordum. “Senin derste olman gerekmiyor mu?” “Hocam ben artık öğrenci değilim” dedi. “Okuldan atılmıştım.” Şaşırdım tabi… Yarı şaka, yarı ciddi: “Hangi hain hoca attı seni?” deyince, o da haince gülümseyip cevap verdi: “Siz atmıştınız hocam!” “Hadi canım sen de!” dedim. “Şaka mı yapıyorsun?” “Valla siz attınız” dedi. “Üç yıl önce atmıştınız unuttunuz mu?” Daha sonra ki yıllarda hesaplamıştım. Beş binden fazla öğrenci ders almış benden, bu yüzden de isimleri hatırlamam zor, yaşanılan olayları da öyle… Öğrencimin yanına giderek oturdum. Üç kilo domates aldıktan sonra tabi… “Seni nasıl attığımı anlat bakayım!” dedim. “Hem de detaylarıyla…” Anlatmaya başladı. (DEVAMINI OKUMAK İÇİN FOTOĞRAFIN ÜZERİNE TIKLAYINIZ SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ…)
Derslerimin birinden, altı kere sınava girmesine rağmen, hepsinden de zayıf not alarak kalmıştı. O zamanlar yedi hakta geçemeyenler, yönetmelik gereğince okuldan atılırdı. Anlattığına göre, altı haktan sonra onu yanıma çağırarak: “Son hakkına giriyorsun haberin olsun! Çok iyi çalış! Biliyorsun kimseye torpil yapmam! Takıldığın bir yer varsa gelip bana sor, hiç çekinme!” demiştim. Gelmemiş tabi. Domatesçi öğrencim, son hakkına girdiği imtihanı anlatırken, olup bitenleri bir anda hatırladım. Çünkü onun durumu çok özeldi. Ve o durumda başka öğrenci yoktu. Sınav başladığında kendisine dedim ki:
“Senin durumundan çok, ailenin durumuna üzülüyorum. Sana acımasam bile onlara acıyorum. Al şu cevap kâğıdını, kendin pişir, kendin ye! Sana soru sormuyorum, soruları kendin yaz! Onların cevabını da ver arkasından…”
İki saatlik imtihan beş dakikada bitti.
O öğrencim bir soru bile yazamayıp, boş kâğıt teslim etti.
Bende okuldan attım kendisini, gönül rahatlığıyla.
Öğrencim bunları gülerek anlatırken:
“Sevgili Hocam!” dedi. “Allah sizden bin kere razı olsun. İyi ki atmışsınız. Vallahi köşeyi döndüm, hem de ne dönüş… Şimdi toptan domatesçilik yapıyorum. Antalya’dan getirtiyorum domatesi, öyle güzel bir iş ki. İki yılda bir daire aldım kendime. Eğer mühendis olsaydım, diğer arkadaşlar gibi ev kiramı bile ödeyemezdim.”
Domatesler elimde, koşar adım ayrıldım öğrencimden.
Aybaşı geldiğinden, bir an önce eve gidip ev kirası vermem gerekiyordu.