Annemle babam, neredeyse yarım asırlık evlilikleri boyunca kendilerine özgü bir alışkanlık geliştirmişlerdi. Ne zaman birlikte evden çıkacak olsalar, tam kapının önünde durur ve birbirlerine kısa, nazik bir öpücük verirlerdi. Bu öyle rutin hale gelmişti ki, bazen sadece bir saniye sürerdi; ama bu öpücüğün onlar için önemi çok büyüktü. Bu ritüel, evlendikleri ilk günlerden beri devam ederdi ve zamanla adeta aralarındaki görünmez bir bağa dönüşmüştü. Tartışma ya da anlaşmazlık içinde olsalar bile (kavgaları bile son derece nazik olurdu), kısa bir süreliğine durur, birbirlerini öper ve sonra tartışmaya kaldıkları yerden devam ederlerdi.
Fakat bir gün, tüm hayatımı altüst eden o olay gerçekleşti. O kapının önünde, o öpücükten sonra, sanki her şey bir anda anlamsızlaştı. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemez hale gelmiştim. Kalbimde derin bir boşluk oluşmuştu. O gün benim de hayatım soldu, dünya bir anda eski renklerini kaybetti.
Devamını okumak için diğer sayfaya geçiniz.
Babamın ölümü beni derinden sarstı… Onunla ilgili hatıralar, zihnimde hala çok canlı. O telefonun sesi, cenaze töreni, başsağlığı dileyen yüzlerce insan, artık büyümüş oğlumun omzuma koyduğu destek dolu kolu ve içtenlikle okunan yas duası… Hepsi zihnimde taze.
Ama o günün en acı veren yanı annemin haliydi; cenazeye gitmek üzere evden çıkarken duraklaması, bir an derin bir iç çekişi, sonra elimi sıkıca tutup adımlarını hızlandırması… Onların evliliklerini tarif etmeye cesaret edemem. Çünkü yetişkin olsam bile bir çocuğun, anne babasının ilişkisini tam anlamıyla kavraması mümkün mü? Yine de, onlarla paylaştığım yılların bana bıraktığı güçlü, duygusal bir miras var. Birlikte yaşadığımız sayısız üzüntü, sıkıntı, mutluluk ve huzur dolu anlar…
Annemle babam, kendi evliliklerinin “karışık” bir evlilik olduğunu şakayla karıştırarak anlatırlardı. Belki de annem, 1940’larda bir Alman Yahudisi ailesinden gelirken babamın Rus Yahudisi kökleri, çevrelerinde farklılık olarak görülmüştü. İki ayrı dünya gibi görünen bu aileler aslında tek bir sevgiyle bir araya gelmişti.
Bir bayram günü, annem, babam, Sherri ve çocuklarla masanın etrafında toplanmış, keyifli bir yemeğin ardından sohbet ediyorduk. Annem, birkaç dakikalığına yukarı çıkıp çantalarını toparlayacağını, kendisi ve babamın Şabat duasına yetişmek için Baltimore’a zamanında varmak istediğini söyledi. Bir süre sonra yukarıdan o alışık olduğumuz çağrıyı duyduk: “Norman, bana yukarıda yardım eder misin?”
Babam biraz rahatsız olmuştu. Hafif bir şikâyetle espri yaparak, annemin dakikliği üzerine konuşmaya başladı: “Her zaman saat gibi işler; her şey zamanında olacak!” Çocuklar sessizleşmişti, Sherri ve ben ise biraz gergindik.
Hayatımda ilk defa, hala onların çocuğu olmanın verdiği cesaretle araya girdim. Babama dönüp gülümseyerek, “Baba, gerçekten senin başına bela olmuş. Neden başka biriyle evlenmiyorsun ki?” dedim.
Sherri ve çocuklar kahkahalarla gülmeye başladılar, babam da bu şakaya eşlik edip gülümsedi. Anneme söylediğimizde o bile gülmeden edemedi.
Yıllar geçtikçe, annemle babamın arasındaki ilişkide biraz daha sabırsızlık, daha fazla tartışma anları oluşmaya başlamıştı. Kenardan bakarken, Sherri ve benim de bu yaşlılık sancılarına benzer şeyler yaşamayacağımızı diler oldum. Bu halleri yalnızca onlara özgü müydü, yoksa yaşlanan her çiftin paylaştığı bir durum muydu, merak ediyordum.
Bilge kişiler, Tanrı katında binlerce yılın tek bir gün gibi olabileceğini söylerler. Ben ise bir insan olarak, kısa bir anın bile bazen yılların ağırlığını taşıyabileceğini öğrenmiştim. Özellikle de soğuk, kasvetli bir hastane odasında geçen o anlar gibi…
O bayramdan birkaç ay sonra, babam prostat ameliyatı için hastaneye kaldırıldı. Bu yaşta birçok erkek için sıradan bir işlem olarak görülse de, yine de içimizde bir korku vardı.
Ameliyat sabahı, annem ona iyi şanslar dileyerek bir öpücük verdi. Babamın yüzünde o eski centilmen tavrı hala vardı. Küçük bir kahvaltı edip doktoru beklerken hastanedeki diğer insanlar gibi zamanı doldurmaya çalışıyorduk. Sonunda doktor geldi ve her şeyin yolunda olduğunu, babamın birazdan odasına döneceğini söyledi.
Bir süre sonra, hemşireler babamı sedyeyle odaya getirdiler ve dikkatlice yatağına yerleştirdiler. Odadaki sessizlikte, babamın yaşlı yüzüne baktım; saçları donuklaşmış, ağzı hafifçe yamulmuş, burnunun üstünde kırmızı bir çizgi belirmişti. İyice uyuyordu.
Bir süre sonra gözlerini açtı, bize bakıp hafifçe gülümsedi. Ve o an, hayatımda gördüğüm en dokunaklı an gerçekleşti. Annem, özenle, sevgisini her bir hareketinde hissettirdiği bir törende gibi, babama takma dişlerini uzattı. Babam dişlerini takınca yüzünde bir canlılık belirdi. Ardından, gözlüklerini verdi, sonra işitme cihazını… Annem, sanki onu yeniden hayata döndürüyormuş gibi dikkatle yanaklarını sildi, saçlarını düzeltti ve en sonunda, evlilik yüzüğünü tekrar babamın parmağına taktı.
Adım adım, onu yeniden kendisine döndürdü. Adım adım, babam anneme döndü. Aralarında saf, tarifsiz bir mutluluk dolaşıyordu.
Oradaydım, ama onlar sanki baş başaydılar, kendi dünyalarında. Yaşlı anne babamı izledim. Hala birbirlerine âşıktılar, her şeye rağmen…